fft1_mf19039

Kaynak: Radikal

“Sıkıldım anlıyor musun? İşe git, eve gel… Arada dışarıda takıl… Hayat bu mu yani?” Neredeyse her gün birçok kişiden duymaya alıştığımız cümleler ve ismi bir çırpıda hayatımız giren yeni hastalığımız: Tükenmişlik sendromu.

Bunda şaşıracak ne mi var! Bu cümlelerin bir kediye ait olduğunu ve hastalığına çare olarak barınaktan bir insan almaya karar verdiğini söylesek!

Nurgül Ateş, Evimin İnsanı ile empati yapmamanın neredeyse imkânsız olduğu bir şekilde rolleri değiştirerek okuru hayvan hakları konusunda “iyice” düşünmeye davet ediyor. Tüm bilgi ve duygularımızı yeniden sorgulamaya açarken,  barınaklardaki, sokaktaki hayvanların farkında olmadığımız gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz.

Hayatına renk katmak isteyen Güneş, barınaktan aşıları tam, tuvalet eğitimi almış, iyi huylu dişi bir insan alıyor. İnsanının rahatı ve konforu için lükse değil ilgi ve sevgiye ihtiyaç duyduğundan habersiz olsa da hayatına bir güneş gibi doğan insanı Kılçık’a kısa sürede bağlanıyor. Hele Kılçık’la sokakta gezerken çıngırağının çın çın ötüşüne dönüp bakan kediler yok mu. Yeni Hayat gazetesinin bu yakışıklı muhabirini daha da mutlu etmeye yetiyor.

Barınaktaki insanlara neler oluyor?
Hayatında hiç sokak insanı görmemiş, tüm insanların barınaklarda mutluluk ve huzur içinde yaşadığını zanneden Güneş’in bir gün sokakta rastladığı sahipsiz insanı belediyeye bildirmesinin sebebi bile Kılçık’a olan sevgisi ve onu kaybetmek düşüncesinin yarattığı korkunç üzüntü. Ona göre sokaktaki bir insan ancak kayıp olabilir.

Kayıp insandan bahsettiği arkadaşı Uyuntu’nun sorusuyla öğreneceği gerçeklerden habersizdir henüz: “Sokaklarda bir tane bile insan yok, nerede sence onlar? Peki barınaklarda süresi dolanlar ne yapılıyor?”

Bu sorular Uyuntu’nun deyimiyle tatlısu insan severi olan Güneş’in düşüncelerinde bir dönüm noktası oluyor. Belki içimizden bu soruları henüz sormamış olanlarımızın da.

Barınakların sokaklarımızı, parklarımızı ve giderek hayatımızı nasıl hayvansızlaştırdığını fark ederken bu hayvanların akıbetini sorgulamaya başlıyoruz.

Güneş de Uyuntu’nun peşinden gittiği yeraltı dünyasında gördükleri karşısında kayıtsız kalamıyor elbette. Gazeteci kimliği ile koyulduğu araştırmada ise çok daha sarsıcı gerçekler bekliyor onu. Yaptığı haberler bu kediler ülkesini farkında olmadığı insan gerçekleri ve manzaraları ile tanıştırıyor. Tüm ülke bu haberlerle sarsılıyor, piyasalar bile denek insanlar konusuyla çalkalanıyor.

Kediler ülkesi bize hiç de yabancı değil; beyaz ve mavi yakalılar, televizyonlardaki enkırkediler,  gücü patisinde tutan kediler ve hatta engelli kediler için kapak toplama kampanyaları yapanlar..

Güneş ve Uyuntu bu kampanyalar üzerine konuşurken tekerlekli sandalyeye indirgenmiş engelli hakları konusunda düşünürken buluyoruz kendimizi. Uyuntu’ya kulak vererek, tüm yaşam alanlarının engelli bireylerin kullanımına uygun biçimde düzenlenmesini talep etmek yerine bir kampanyaya katılarak üzerimize düşen her şeyi, her türlü engellilik konusunda yaptığımız yanılgısından kurtulabiliriz belki de.

Güneş tüm bunlardan sonra eski Güneş değildir tabii ki. Yaptığı haberler sayesinde başkası adına utanmanın ne demek olduğunu da öğrenmiştir, gücün ve şöhretin anlamını da. Kısacası yabancısı olmadığımız bu kediler dünyasında vicdanı ile gücü patisinde tutanların tam ortasında bir kararın eşiğindedir artık.

Yazar yaşamın tüm canlıların doğal hakkı olduğunu, eşitlikçi bir dünyanın ise ancak kalıcı ve adil çözümler üretilerek kurulabileceğini sarsıcı olduğu kadar eğlenceli bir hikâyeyle anlatıyor. Ezber bozan Evimin İnsanı yalnızca çocuk ve gençleri değil yetişkinleri de hem insan hem hayvan hakları konusunda farklı gerçekliklere tanık olmaya çağırıyor. Vereceği karardan sonra Güneş’e tatlısu insan severi deyip demeyeceğinize ise siz karar verin.

EVİMİN İNSANI
Nurgül Ateş
Resimleyen: Uğur Köse
Çizmeli Kedi Yayınları, 2015
168 sayfa, 16 TL.